“Sanat Neye Yarar?” Üzerine

Simay
5 min readAug 28, 2020

--

‘Artist’s Shit’ Piero Manzoni, 1961

John Carey’nin “Sanat Neye Yarar?” kitabı ana olarak iki kısımdan oluşmakta: ilk kısım sanatı en temelden başlayarak ele almakta ve tanımı, işlevi, gerekliliği ve insan üzerinde yarattığı etkilerin çeşitli veçheleri itibariyle inceliyor. İkinci kısım ise özel olarak edebiyat ve onun diğer sanatlar karşısındaki üstünlüğününe odaklı olup, bu üstünlük durumunu edebi metinlerin içerik, bu içeriğin işlevi ve doğası üzerinden götürdüğü bir tartışma sunmakta.

Kitap, en temelde sanatta mutlak değerler olmadığını, herhangi bir şeyin sanat olabileceğini, şeyleri sanat eseri kılanın o şeyin sanat eseri olarak kabul edilmesi olduğunu ileri sürmekte ve bunu yaptığı ölçüde de sanatın ne olduğu, ne olmadığı, estetik beğeninin doğası gibi konularda göreceliliğin söz konusu olduğunu ve tüm bunlara dair yargıların kaçınılmaz şekilde öznel olduğunu ileri sürmekte. Bu kapsamda, iddialarını kanıtlamak için sanata dair, sanatın sözümona kutsallığına, mutlaklığına, evrenselliğine, içkin değerine dair fikirleri ve deneyleri inceleyerek bunları çürütme çabasına girmekte. Carey, tüm bunları yaparken yüzyıllardır söylenegelen abartılı ve yerleşik tanımların rasyonel düzeyde bir karşılık bulmadığını, ve mutlak, ebedi ve ezeli kriterlerin olmadığı bu alanda konsensüse ulaşma düşüncesinin özünde beyhude olduğunu gösterme derdinde. Metnin sade, gerçekçi ve makul bir dil kullanarak incelemek istediği konuları aydınlatıcı şekilde ele aldığını, ancak öte yandan akla gelen bazı soruları ötekilerden daha eşit gördüğünü ve kritik olduğunu düşündüğüm bu meseleleri diğerleri kadar derinlemesine incelemediğini/bunu (şaşırtıcı şekilde) kendine dert edinmediğini düşünüyorum. Bu sebeple, kitabın ne dediğini ve ne demediğini incelemek mantıklı bir eylem gibi durmakta, ayrıca “sanat bu di’il abi işte!” ya da “gerçek” sanat, “yüksek” sanat tartışmalarının önünün alınamadığı bu kaosa, neden ben de mütevazı bir katkı yapmayayım?

Sanat nedir? sorusunun cevabı yazara göre şöyle: “Sanat eseri, şimdiye değin herhangi bir kişinin onu sanat eseri olarak gördüğü herhangi bir şeydir -o şey bir tek o kişinin gözünde sanat eseri olsa bile. Dahası, herhangi bir şeyi sanat eseri olarak görmenin nedenleri insandan insana değişebilir.” Bu tanımın neden tartışmaya sebep olduğu anlaşılabilir. Belki fazla kapsayıcı, fazla göreceli, fazla öznel gelebilir; sanatın alanını öyle genişletiyordur ki, içine her şeyi alabilecek oluşu rahatsız edicidir, belki nedenini tam olarak bilmesek de bir sınıra ihtiyaç duyuyoruzdur, çünkü böylesi daha güvenli ve kontrol edilebilirdir. Oysa, korkunç veya cüretkar gelsin ya da gelmesin bu, bence oldukça yerinde bir tanımdır. Eğer bir şey bir kişi için sanat eseriyse ona o şeyin sanat eseri olamayacağını söylemek mantıklı değildir. Bunun önünde pek çok engel var; sanatın ne olduğu konusunda konsensüse varılmamıştır (dönemden döneme değişir mesela), hangi niteliklerin bir şeye sanat olma statüsü kazandırdığı fazlaca değişken ve belirsizdir (tarihte insan dışkısının, boşluğun, nefesin bile sanat kabul edildiği örnekler var), ve belki de en önemlisi, bir başkasının bilincine erişimimiz yoktur. Bu da şu demek: birinin bir şeyi neden beğendiğini, beğenisinin yoğunluğunu, anlamını, ona verdiği zevki, onunla kurduğu ilişkiyi, kısaca, ona sanat demesini sağlayan saikleri, motivasyonu, bunların hiçbirini bilemeyecek oluşumuzdur. Bunun sonucunda, o kişi için, biz aynı görüşte olmasak bile, o şey sanat eseri olarak kalmaya devam edecektir. Bir şeyin sanat olması konusunda, suyun belli bir derecede kaynaması gibi net ve kesin durumlar söz konusu değildir çünkü. Sanat kesinlikler ve olgu değil, fikirler alanıdır — ve bence onu böylesine ilginç ve dinamik yapan şey de budur. Bir eksiklik değil, bir zenginlik halidir. Özellikle bireysel seviyede düşünüldüğünde bu tanım oldukça anlamlıdır.

Ancak bu tanım, ve genel olarak kitabın kendisi bazı eserlerin sanat tarihinde veya “sanat dünyasında” neden diğerlerinden daha değerli, daha etkileyici, daha güzel vs addedildiğini açıklamaz. Belki de, bu kitap kapsamında yazarın böyle bir endişesi hiç olmamıştır da, bilemiyorum. Ancak neredeyse otomatikman akla gelen bir sorudur bu. Eğer bir şeyi sanat eseri kılan benim onu öyle görmemse neden evde tuvale attığım birkaç boya, Pollock’unki kadar değer görmez? İyi ve kötü sanata kim karar verir, neden onların kararları meşrudur? Eğer her şey göreceliyse, o zaman iyi ve kötü sanattan bahsedilebilir mi ki? Eserlerin içkin bir değeri yok ise, ve değeri veren bizzat değer verme ediminin kendisiyse, estetik tercihleri yanlış veya doğru olarak ayırabileceğimiz bir ölçüt yok ise o zaman bazı sanatçılar ve eserler nasıl kanon haline gelmişlerdir? Bu kanon ne kadar güvenilir veya “doğru”dur?

Bu sorular metinde de görülebilir aslında, yazar haklı olarak bu muhtemel şüpheleri tahmin eder ve şöyle yazar: “Ancak, eğer sanatsal değer kişisel tercihler karmaşasına dayanıyorsa, o zaman benim tercihime güvenmeyen biri, nasıl olup da herkes tarafından kabul edilen “büyük” sanatçılar böyle bilinegeldi, diye bir soru sorabilir? Sanatsal şöhretlerin dünya çapında yükselişini- ve bu bağlamda düşüşünü- nasıl izah edebiliriz?” Bu soruyu Carey temelde Stanley Lieberson’ın A Matter of Taste kitabında öne sürdüğü birkaç fikir aracılığıyla açıklar. Lieberson, beğeni üzerinde iki büyük etki olduğunu söyler: değişimin içsel mekanizmaları ve dışsal sosyal güçler. Bu değişimlerin beğeniye dair modayı belirlediğini iddia eder. Carey’nin bu açıklamaya sanat alanından verdiği örnek ise belli bir dönem klasik manzara ressamı Sir Lawrence Alma Tadema’nın gözden düşmesi ve sonrasında soyut dışavurumcu Jackson Pollock’un ünlenmesidir. Bunun sebebinin o dönem Amerika’nın kültürel iktidar kurma hevesiyle ilgili olduğunu ve beğenideki modanın bu şekilde şekillendiğini söyler, bunun aynı zamanda Pollock’un Tadema’dan daha iyi bir sanatçı olduğu anlamına gelmediğini de belirtir. Yerinde bir açıklama bu tabii, bir dönemden diğer döneme geçişi anlamak- siyasi ve sosyal bağlamlar da göz önünde tutulduğunda- görece daha kolaydır, ama örneğin Pollock’un resimlerinin aynı dönem başka bir soyut dışavurumcununkinden neden daha fazla değer gördüğünü açıklamaz bana kalırsa. Bu, yalnızca tesadüfen gerçekleşmiş bir durumsa eğer, o zaman herhangi bir akımın temsilcisinin de aslında vazgeçilmez olmadığı, onlar yerine pekala başka öncülerin de konabileceği, eserlerinde özel bir yetenek olmadığını kastetmek anlamına gelmez mi? Kısaca, neden ve nasıl bazı eserler, onlara çıkış noktası, yaratım süreci ve materyalleri, dayandığı kavramlar açısından benzeyen diğer eserler arasından sıyrılır?
Bu sorulara belki bir nebze ışık tutabilme potansiyeli olan, ama yine de yetersiz ve yüzeysel kaldığını düşündüğüm bir açıklamayı şu paragrafta yapar Carey: “Eğer bu göreceli dünyada , hangi sanatçı veya yazar veya müzisyene ilgi gösterilmesi gerektiğine nasıl karar verilebilir diye bana sorulsaydı, Dr. Johnson (Samuel Johnson) şu görüşüne kulak verilmeli derdim:

İnsanoğlunun uzun zamandan beri sahip olduğu şeyler sıkça incelenmiş ve karşılaştırılmıştır; ve içlerinde hala değerli bulunan şeylerin değeri, sıkça yapılan karşılaştırılmalarda onların lehine olan fikirlerin onaylanmasından kaynaklanır.

Başka bir deyişle, kanona (evrensel kabul görmüş eserlere) bağlı kalırsanız, büyük ihtimalle zamanınızı boşa harcamazsınız.”

Tüm bunlar iyi hoş, ama kanonun belirlenirken neden ve nasıl, hangi sebeplerden ötürü sürekli onların lehine gerçekleşen bir karşılaştırma söz konusu olabildiği, bu karşılaştırmaya hangi kriterlerin dahil olduğu, bu kriterlerin meşruluğu, eğer konsensüs yok ise nasıl evrensel kabul gördükleri, bu kanonu yaratanların kimler olduğu ve neden bir öteki değil de özellikle onların beğenisinin kanon haline geldiği gibi meseleler herhangi bir açıklığa kavuşturulmadığından, eğer kitapta sunulan fikirleri bir daire gibi düşünürsek, bu fikirsel dairenin tamamlanmamış olduğu bir anlatıyla karşılaşıyormuşuz gibi duruyor.

Kısaca, kitabın öne sürdüğü fikirler sanatın üzerine yığılmış onca yersiz yükten, anlamdan, işlevden, beklentiden sıyırması, sanatı ve onu belirleme gücünü seçkin bir sınıfın tekelinden alması ve bireysel özgürlük alanı içerisinde tanımlaması bakımından her ne kadar makul gelse de, bu durumun uzantısı olan bazı sorulara tam ve nitelikli açıklama getirme gerekliliğini es geçtiğini söylemek mümkün.

--

--

Simay
Simay

No responses yet