Metin Eloğlu Şiirinde Sevi ve Sevisizlik

Simay
10 min readJan 26, 2021

--

Felix Gonzalez-Torres, Untitled (Double Portrait), 1991

Aşk, Eloğlu şiirinde sıkça karşılaşılan ve nicelik bakımından en çok görülen tema olarak karşımıza çıkar, bu nedenle şairin poetikasının farklılaştığı dönemlerde bile ortak görülen bir izlektir. Bu yazı kapsamında, aşk teması, ya da Eloğlu’nun deyişiyle sevi, şairin üç farklı kitabından -Sultan Palamut (1957), Horozdan Korkan Oğlan (1961), Dizin (1971)- sırasıyla alınan “Sen Gideli”, “Yaşanık” ve “Sevi” şiirleri üzerinden incelenecektir. Sevi ve sevisizlik konularını irdeleyen bu üç şiirin aynı temayı nasıl ele aldıkları ve ne tür bir şiir anlayışını yansıttıkları bu analizin odak noktalarını oluşturur.

Eloğlu’nun şiirleri bütünüyle ele alındığında 1950’ler öncesi Garip şiiri etkisi altında toplumcu-gerçekçi şiirler yazan şairin bu tarih sonrasında İkinci Yeni’ye daha yakın (yine de her iki akıma da tamamen uymayan), anlamın geriye itildiği ve üslubun kapalı olduğu, toplumsal konulardan çok bireyselliğe yönelen bir duruşunun olduğu görülür (Erdoğan, 26). Bu sınıflandırmaya göre şair, ilk dönem daha gündeş problemler üzerinde duran, toplumsal meseleleri ele alan, günlük konuşma dilini, argoyu, mizahı şiirine dahil eden ve edebi sanatlardan uzak, açık, yalın, oyunsuz bir dil ile anlamı öncülleyen bir şiir anlayışı ortaya koyarken; 50’li yılların sonlarından itibaren soyut, kapalı, özerk bir dil kurma amacında olan, algıları ve dili zorlayan, bireysel olana eğilen bir şiire yönelmiştir. Bu değişimin özellikle dikkat çekici bir noktaya ulaştığı kitabı ise “Horozdan Korkan Oğlan”dır (Bezirci, 62).

Anlaşılır ve gündelik konuşma dilinden özgöndergesel ve çok anlamlı yazı diline geçişi; ve aşkı yalın, gerçekçi ele alıştan daha kapalı/soyut ve sonrasında da daha lirik bir anlatıma geçişi seçilen üç şiirde takip etmek mümkündür.

Eloğlu’nun Sultan Palamut ile beraber başka insanların aşkına odaklanan ve bunları bir taşlama meselesi olarak gören aşk anlayışı bir değişim geçirmiş ve aşkı, insanı iyileştiren, düzelten bir güç olarak ele aldığı bir anlayışa evrilmiştir (Bezirci, 42). Eloğlu’nun şiirlerinde sevi, kişiyi harekete geçirici bir güç ve canlılık kazandırıcı bir kaynak olarak belirir. Şair aşka, hayatın içerisinde özsel, temel bir nitelik atfeder ve hiçbir eylemin onsuz gerçekleştirilemeyeceğine, hiçbir varlığın onsuz varolmayacağına inanır. Bu sebeple şiirlerinde sevinin yokluğu, en az varlığı kadar çarpıcı ve aşikardır. Sevi, sık sık bir varolma sebebi, nihai anlam ve dönüştücü bir eylem olarak karşımıza çıkar (Fedai, 122). Sevinin böyle konumlandırılmasından ötürü sevisizlik de, tersi bir bakışla, yokluk, anlamsızlık, eylemsizlik gibi kavramlara işaret eder. Lirik özellik gösteren bu şiirlerde aşka yüklenen bu anlamlar neticesinde, önemli olanın aşkın nesnesi değil, aşkın aşığa yaşattığı hisler olduğu görülür. Aynı şekilde, bu yazı kapsamında ele alınan şiirlerde de sevgili tanıtılmaz.

Eloğlu’nun “Sen Gideli” şiiri, açık ve basit dil kullanımı ve edebi sanatlardan uzak durması gibi yönleriyle Garipçi anlayışın izlerini taşıyan bir şiirken, öte yandan toplumsal bir konunun ele alınmaması, veya aşk izleğinin bu dönemdeki çoğu aşk şiirinde olduğu gibi toplumsal bir yanının olmaması gibi sebeplerden ötürü konu bakımından biraz daha ayrıksı bir noktada durur.

Sevgiliden ayrılmayı ve bu sevgilinin yokluğunda şairin hissettiklerini konu edinen şiirde anlatım oldukça içten ve yalın olup anlaşılması kolaydır. Şiirde ele alınan ayrılık, sevi ve sevisizlik hallerindeki karşıtlığın ortaya konulduğu acı bir deneyim olarak ele alınmaktadır.

Bezirci, Eloğlu’nu “gerçekçi” bir şair olarak tanımlar ve konularını gerçekten, hayattan aldığını, bu sebeple de şiirlerinde soyut sözcüklerden çok somut sözcükler olduğunu belirtir. Bu görüşe paralel olarak, “Sen Gideli”de üzüntü, somut göstergeler üzerinden anlatılmaya başlanır ve bu ruh hali öznenin hayatında bir ‘eylemsizlik’ olarak ifadesini bulur (Fedai, 125). Daha ilk kıtadan soyutlanmış, inceltilmiş, romantize edilmiş bir melankoliyle karşılaşmayacağımızın garantisini verir şair; bahsedilen eylemsizlik kendini en gündelik meselelerde somutlar, dahası, bu somutlamalar bir şiirde bulunmasının “yakışık” almayacağı kabalıkta durumlar olarak düşünülmeye yatkın meselelerdir: “Donum fanilam leş gibi oldu hele/ Tırnaklarım uzadı kesmeye üşeniyorum/ Biri sevabına çişimi de ettirse” (B.Y.B., 90). Bu isteksizlik ve eylemsizlik hali en gündelik ve rutin meselelere kadar tesir etmiştir; ancak, bununla sınırlı kalmaz ve öznenin tüm hayatını, sosyal ilişkilerini, kişiliğini ve bakış açısını tersine dönüştüren, kötüye çeviren, kapsayıcı bir durum olarak belirir. Ne rakı düzeltebiliyordur perişanlığını, ne de dostlarına varmak geliyordur içinden; “başım dönüyor içim sıkılıyor habire”, “dünya yıkıldı da altında kaldım sanki” gibi mısralarda görülen iç sıkıntısı tüm varlığını kapsayacak hale gelir ve her şey anlamını yitirir: “Işımış İstanbul’a bayılırdım bir vakitler/ Yaz bitecek diye ödüm kopardı/ Şimdi hepsi bilmemneyime” (91).

Anlatıcının iç dünyası, dış dünyayı algılayışını etkiler, bir hayalkırıklığı etkisi yaratır: sevgiliyle beraber yalnızca kendi yaşam sevinci/enerjisi değil, dışarıya ait birtakım hoşluklar da gitmiş gibidir “Bu dünyada pırıl pırıl şeyler vardı hani/Cümbüşler vardı kahkahalar vardı hoşbeşler vardı/Hepsi peşine takılıp gitti mi ne” (90). Şair, retorik bir soru yönelterek-“hepsi peşine takılıp gitti mi ne”- aslında durumun tam da bundan ibaret olduğunu, gerçekten de aşk gittiğinde diğer tüm hoşlukların da gittiğini, ya da farklı bir açıdan, o hoşlukları mümkün kılanın aşk olduğu kastetmektedir.

Şair, bu ruh halini aktaran durumları dokuz kıta boyunca sayıp döker. Sevgilinin yokluğunda kimi yerde kendine acır “Kırtıpilim bomboğum esiriklinin biriyim”, kimi yerde hırçınlaşır “Küfür ediyorum sokaklara tükürüyorum”, endişesi geleceğe yayılır “Ya büsbütün yitirsem seni […] Bırak allasen insanı deli etme”, ve en sonunda sitemle karışık bir yakarışa dönüşür “Sağa dön olmuyor sola dön olmuyor geceleri/ Önümüzdeki salıya gel bari” (91).

Şiirde bir tür tersten anlatma olduğundan da söz edilebilir. Çünkü şiir, sevinin yokluğundaki hali irdelediği ölçüde, sevinin varlığına ve kendisine dair de bir şeyler söylemiş olur. Eloğlu’nun aşk anlayışı bu noktada önemlidir. Çünkü onda sevi, canlılık kazandırıcı bir güç ve varoluşun temel birimidir. Diğer şiirlerinde de yer yer bu fikre rastlanılır ve belki de en güzellerinden biri “Hız” adlı şiirde karşımıza çıkar: “Aşk mı o en kesin yasam/ Ne güzel kendini bu hızda bilmek” (B.Y.B., 111). Burada aşk, evrenin bir yasası, hatta en kesin olanı olarak sunulmuş ve bir tür “hız” olarak ele almıştır; şair bunu yaptığı ölçüde hem aşkı diğer şeyleri mümkün kılan ve kendine tabi tutan bir yasa olarak ortaya atar hem de onu eylem, hareket fikriyle bağdaştırır. Bu sebeple Sen Gideli şiiri, sevinin yokluğunu ve onun neden olduğu eylemsizliği ele alırken aslında bir yandan da aşkın harekete geçirici, dönüştürücü, kişiyi olgunlaştırıcı gücüne de dikkati çeker, ve eylemsizliğe ayırdığı kıtalarca ifadeye karşın bu dönüştürücü etkiyi kısaca ve dolaysızca ortaya atıverir: “Anlamam o kadar incesini/ Sen yanımdayken yaşamak güzeldi işte/ Bana maşallah derlerdi ne iyisin derlerdi” (90).

Şiirde kullanılan üslup ve dil de konunun ele alınmasındaki sadeliğe hizmet eder Sen Gideli’de. Şair açık ve anlaşılır olduğu ölçüde Garipçiler gibi anlatımda “halkın dilini” benimsiyor ve edebi sanatlardan uzak durur. “Hele”, “adam sen de”, “ha bire”, “allasen” gibi söyleyişler ile gündelik konuşma dilini şiire dahil ederken “bombok”, “kırtıpil” gibi kelimeler argo kullanımına örnek teşkil ediyor. Ele aldığı konuyu yüceltmeden, gerçeklikten ayırmadan, şairaneye kaçmadan yapması ele alınan diğer iki şiirden farkları olarak sunmak mümkün.

Öte yandan, yine bir ayrılığı konu alan Yaşanık şiiri Sen Gideli ile karşılaştırıldığında neredeyse “radikal” denilebilecek bir farklılık sunar. Horozdan Korkan Oğlan ile Eloğlu’nun poetikasında belirginleşen değişim sonucunda artık bireysel meselelerin çok daha ağır bastığı, gündelik konuşma dilinden ziyade algıyı zorlayan bir yazı dilinin olduğu, anlamın geri plana itildiği bir şiir anlayışı söz konusudur. Kelime türetimi, özgür çağrışım ve soyutluk gibi farklı özellikleri görebileceğimiz şiirde artık daha çok İkinci Yeni etkisi görülmektedir (Erdoğan, 28).

Dilin kapalılaşması, aşk ve ayrılık konusunun bir bağlamdan, hikayeden kopmasını ve daha soyut bir hale gelmesini beraberinde getirmiştir. “Yaşanık”ta ayrıntılarıyla anlatılan bir hikaye ya da düşünce bulunmamakta; ve şiir, özellikle açık ve anlaşılır olmayı hedeflemese de tamamen anlaşılmaz, ulaşılmaz bir anlam sunması gibi bir durum da söz konusu değildir. Bu şiirde dikkat çeken dilin genişlemesi, anlamın yok edilmesi olarak değil zenginleştirilmesi olarak karşımıza çıkar, Eloğlu’nun dille oynamadaki genel gayesi de budur zaten. Yalçın Armağan İmkansız Özerklik kitabında Eloğlu’nun dil problematizasyonunu şöyle ele alır: “Şair, dünyayı uzlaşımsal gerçeklik ve dille anlatmak yerine, kendi imgelemindeki haliyle temsil etmenin yolunu açar. Bunun sonucunda şiir dili, gündelik dilin dışında özerk bir niteliğe kavuşur” (aktaran Erdoğan, 107).

Bu sebeple, Sen Gideli’nin aksine okuyucu kolayca anlaşılabilecek bir şiirle karşılaşmaz. Aşığın iç dünyası dış dünyada somutlanmaz, nesnel imgeler kullanılmaz. Anlam olabildiğince örtüktür, kapalıdır. Aynı konu bu sefer yalnızca dokuz mısrada ele alınır ve şiirin sonuna gelindiğinde artık aşk da sonlanmış, “yaşanık bir sevi” haline gelmiştir. Şiiri tam anlamıyla anlamlandırmak ve kelimelere kesin karşılıklar atfetmek pek mümkün gibi gözükmese de, dideki sapmalar Türkçe’nin dilbilim kurallarına göre oluşturulduğundan belli çağrışımlar uyandırırlar, böylece yorumlamayı da bir ölçüde mümkün kılarlar.

Şiir öznesinin sevdiğiyle beraberken ve yokluğunda kendini bulduğu halin karşılaştırmasının iki şiirdeki -Sen Gideli ve Yaşanık- farklılığı çapıcıdır. İlk şiirde kıtalarca ifadesini bulan ve özneyi kendinden tiksinen, sosyal bağlarını koparan, sevdiği şehri bile anlamsız kılan, kısaca pek çok duyguyu ve durumu yaşatan o sevinin ve sevgilinin yokluk hali, ayrılık acısı, Yaşanık’ta iki mısrada yaşanır: “varsan gülecim haklı tasam örtünük”, ve biter: “olmazlığın hem kaba hem aykırı” (B.Y.B., 137). Şair ne sevgilinin varlığının getirdiği “güleç” hali detaylandırır ne de olmazlığının “kabalığını”. Kesin olan, özenin sevgili varken mutlu olduğu ve tasalarını unuttuğu; yokluğunun ise bir acı kaynağı olduğudur. İki dizede hızlıca ve kısaca sevgilinin ve aşkın varlığı ile yokluğu birbirine karşıtlanır. “Sen Gideli”deki açıklayıcılık sanki “Yaşanık”ta anlam çokluğu ve belirsizliğine emanet edilmiş gibidir, sevgilinin gitmesi şiir öznesi için bir gizem olduğu “Kaypak bir tutkudaydı bu cayışmanın gizi” (B.Y.B., 137) kadar okur için de ayrıntılandırılmayan bir durum olarak belirir.

Öte yandan, sevgilinin ve aslında temelde sevinin kişinin kendisini ve çevreyi iyileştirici, güzelleştirici bir tür filtre gibi olması ve onun yokluğunda ise her şeyin çehresinin değişmesi, “kabalaşması”; ve hatta bundan da öte, “olağan” düzenin de filtreyle beraber yok olması ve yerine “aykırılığın”, doğal olmayanın geçmesi anlayışı, bu şiirde olduğu gibi hem “Sen Gideli”de, hem de “Sevi” şiirlerinde tekrarlayan, farklı şekillerde görülen bir anlayıştır. Bu kontrast, Yaşanık’ta türetme kelimelerin çağrıştırdığı imgelerle de pekiştirilir. Şiirin ilk bentindeki “artımlı tohumgaç” kavramı hem “artmak” fiilini hem de yaşam, bereket gibi kavramları çağrıştıran “tohum” kelimesini bir tamlama haline getirmesiyle çokluk ve bolluk, genişleme, artma gibi imgeleri çağrıştırırken, ayrılıklarından bahsettiği ikinci bentteki “azalım”, “kısılım” gibi sözcükler ve üstüne üstlük tüm bunların “öleç”olması ve sevgiliyi şairden “ötelemesi” başlangıçta oluşturulan çağrışımların tam zıttı kutbunu oluşturur ve uzaklaşma, güçsüzleşme, azalma imgelerini akla getirir. Ayrılıkla, “ötelenmeyle” beraber o bolluk kıtlığa döner.

Özlem Fedai Eloğlu’nun aşk anlayışından bahsederken Platon’un Şölen (Sevgi Üstüne) eserinde ortaya koyduğu ve sevigiyi “yoksullukla bolluğun oğlu” olarak tanımladığı anlayışı ile bir bağıntı kurar (123). Aşkın, Eloğlu’nun şiir öznelerinde yarattığı duygular göz önüne alındığında ve Yaşanık şiiri özelinde kullanılan imgeler düşünüldüğünde böyle bir ilişki yerinde gözükmektedir: sevi, varlığıyla bolluk yaratan ve yokluğu, hayatın her alanında yoksullaşmayla sonuçlanan bir his olarak belirir; ve bu manada her iki potansiyeli -bolluğu ve yoksulluğu- kendisinde barındıran bir güçtür.

Sen Gideli ve Yaşanık’ta aynı konunun farklı şekilde ele alınışının yanında aynı zamanda biçim farklılığı da önemlidir. Sen Gideli’de dağınık da olsa bir hikayelemeden söz etmek mümkündür, oysa ayrılık, sevisizlik burada soyut hale gelir, bir hikayenin parçası olarak varolmaz. Sen Gideli’de aşkın ve yokluğunun insanın ruh haline etkisini, sebep olduğu değişiklikler, yaptırdığı eylemler ele alınırken, Yaşanık’ta daha bireysel, soyut bir hal olarak karşımıza çıkar. Öncesinde “hayata bağlı, gerçek ve düşünceyle beslenen, somut birer “yaşantı” ( Bezirci, 47) olarak ele aldığı tema burada tüm bunlardan ayrışık, kopuk, soyut bir durum gibidir. Artık şairin tüm ayrıntılarıyla aktarmak istediği bir anlatı da değildir, yalnızca konu olarak, dil olarak da iyice bireyselleşmiştir; kendi türettiği ve şahsi çağrışımları olan kelimelerle konuşur.

Bu iki şiirden farklı olarak, yazının ele aldığı son şiir olan “Sevi”, aşkın spesifik, bireysel bir duygu veya ruh hali olarak konu edinilmesinden ziyade sevi kavramının genel bir ele alınışı olarak karşımıza çıkar; ve sevinin ele alınışının genişlemesiyle doğru orantılı olarak etki alanı ve şiddeti de genişlemiştir. Denilebilir ki diğer şiirlerde parça parça görülen -ama son derece temel bir yer tutan- sevinin varlığının diğer tüm varlıkları, durumları, olguları da anlamlandırması, güzelleştirmesi ve sevisizlik halinde düşülen yokluk ve anlamsızlık hali bu şiirde daha bütünlüklü bir görünüme ulaşır. Bu nedenle “Sevi” şiirinde aşkın daha da yüceltilmiş bir şekilde görürüz; artık düpdedüz varlığın önkoşulu, anlamın ta kendisidir. Diğer iki şiire benzer şekilde aşkın yüceliğinin ifadesi direk kendisinin anlatımıyla değil yokluğunun etkisi dolayısıyla aktarılır ve bu yolla sevi, varoluşun temeline yerleştirilir.

Şiirde sevi Sen Gideli’de olduğu gibi birtakım durumlar-eylemler üzerinden veya Yaşanık’ta olduğu gibi salt duygu-düşünce üzerinden değil, doğa dolayımıyla ele alınır. Sevi’nin göçüp gitmesi durumunda neler olacağını altı mısra boyunca sayar şair; varlık sekteye uğrar ve hiçleşir, insan ise yabanileşir “Ağaçtı böcekti taştı kumdu balıktı/ Varını yoğunu bir hiçliğe vurur/ Ortalık insanca kudurur” (B.Y.B, 240). Sevi’nin yokluğunda fizik kuralları işlemez, anlam çekilir, düzen bozulur; gökyüzü gök’te olmamaya, akan su akmamaya başlar ve doğa hiçleşir. Doğanın olağan devinimini sağlayan sevidir kısaca. Bu manada, süregelen bir tema olarak sevinin yokluğunun “aykırı ve kaba” oluşu tekrar karşımıza çıkar bu şiirde. Aykırıdır, çünkü onun yokluğunda hiçbir şey mümkün değildir; kabadır çünkü yokluğunda ortalık kudurmaya müsait hale gelir. Olağan durumda belli fizik yasaları dahilinde ve bir düzen içerisinde işleyen doğa, Sevi’nin, yani en kesin yasanın- göçüyle dağılır.

Şair, aşkı Romantizm’de olduğu gibi doğa temasıyla yan yana ele almıştır ve bundan da öte doğayı ve varlığı öncülleyen bir aşkınlık olarak sunmuştur. Doğanın düzeni ve o düzenin parçaları olan gökyüzü, su, rüzgar gibi ögeler seviye bağlıdır çünkü (Yivli, 91). Bu noktada, şiirdeki aşkın ifadesinin diğerlerine nazaran daha lirik bir karaktere sahip olduğun söylemek yanlış olmayacaktır. Bu lirik özellik Sen Gideli’de de vardır örneğin, ancak burada gördüğümüz kutsallaştırmayla karşılaşmayız ve lirizm argoyla, sıradanlıkla ara ara kırılır. Oysa “Sevi”de görülen aşk mutlak bir güç, bir aşkınlık olarak karşımıza çıkar.

Sevi, her ne kadar dış dünya üzerinden ele alınmış olsa da, sevisizliğin çarpıcılığını arttırmak için doğadaki somut imgeler soyutlaştırılmıştır. Zaten, özellikle Horozdan Kaçan Oğlan ile beraber Eloğlu şiirinde imge, soyut bir durumu somutlaştırmaktan ziyade, somut bir durumu soyutlaştırmak amaçlı kullanılır (Fedai, 278). Doğaya, somut bir gerçekliğe ait su, gökyüzü, rüzgar gibi faktörler olağan düzene karşı gelen ve alışılmadık bir takım durumlar içerisinde- gökyüzünün tüymesi, akağan suyun durması, rüzgarın yetim olması gibi- ele alınarak soyutlaştırılmış ve sürreal imgeler yaratılmıştır. Bu durum, Sen Gideli’de üzüntü, özlem gibi soyut hislerin ifadesini somut durumlarda (sevmemesine rağmen cıbız köfte yemesinde, sokağa tükürmesinde, donunun leş gibi olmasında) bulduğu anlatım ile bir zıtlık oluşturur. Öte yandan, Sevi’deki soyutluluğun tam olarak Yaşanık’taki ile aynı olduğu söylemek mümkün olmayabilir. Sevi’de soyut imge dış dünyaya atıfta bulunularak ve onun dolayımıyla yapılırken, Yaşanık’ta ifadenin kendisi dışında başka bir gerçekliğe dayandırıldığı bir durum yoktur. Atıfta bulunulan herhangi bir dış gerçekliğin olmayışı, anlamı ulaşılması daha zor bir noktaya koyar.

Sonuç olarak, Eloğlu’nun aşkı şiirlerinde konu ediş biçimi her ne kadar farklılık gösterse de ona yüklediği anlam, özellikle Düdüklü Tencere sonrasında, oldukça merkezi ve vazgeçilmezdir. Bu yazının konu almış olduğu üç şiir özelinde ise sevinin elzemliği ve sevisizliğin çarpıcılığı öncelikle “Sen Gideli”de yaşantıyla sıkı bağlar içerisinde, benzetmesiz, eğretilemesiz ve olabildiğince gerçekçi olarak karşımıza çıkar; “Yaşanık”ta ise soyut, herhangi bir dış gerçekliğin veya bir hikayenin parçası olmayan bir gizem biçiminde belirirken “Sevi”de aşk artık Romantize edilmiş ve yüceltilmiş, doğa dolayımıyla varlığın nihai sağlayıcısı olarak ortaya konulmuştur. Bu bakımdan, bu üç şiirde temelde aynı sevi anlayışının farklı tonlarını gösteren bir sürerliliğin söz konusu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

KAYNAKÇA

Bezirci, Asım. Metin Eloğlu Edip Cansever. İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2007.

Eloğlu, Metin. Bu Yalnızlık Benim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014.

Erdoğan, Asude. “Metin Eloğlu Şiirinde Modernist Dönüşüm”. Yüksek Lisans Tezi. İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, 2016. http://repository.bilkent.edu.tr/bitstream/handle/11693/32576/Asude%20Erdo%C4%9Fan.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Fedai, Özlem. Garip ve İkinci Yeni Kavşağında Bıçkın Bir Şair: Metin Eloğlu ve Şiiri. İstanbul: Şule Yayınları, 2011.

Yivli, Oktay. Metin Eloğlu’nun Şiiri. Ankara: Kurgan Edebiyat, 2013.

--

--

Simay
Simay

No responses yet